Metin Çalışmaları



Metindeki boşlukları uygun hecelerle doldur.


Kavuk
Nasrettin Hoca, bir gün yol__ gidiyor___. Hızla yanına yaklaşan bir adam, elinde__ mektu__ Hoca’ __ vermiş.
— Hocam, şu mektubu ba__ okuyuver bir zahmet, de__.
Hoca mektubu eli__ al__. Evirmiş, çevirmiş iyice incele__. Arapça yazıldı__ için okuya__mış. Mektubu ada__ geri ver__.
— Sen bu mektu__ başkasına okut, demiş.
Adam:
— Niçin? de__.
Hoca:
— Türkçe değil bu mek__ okuyamam, demiş.
Adam, hoca__ okuması yok zannetmiş. Şaşkınlıkla bir hoca__, bir başında__ kovuğa bakmış.
— Ayıp, Hoca ayıp. Bir mektu__ bile okuyamıyor__. Sen ne biçim hoca__. Benden utanmıyor___, şu başındaki kavuk__ utan, demiş.
—Hoca, hemen başında__ kavuğu çıkarmış. Karşısındaki ada__ vermiş.
— Madem ki marifet kavuktadır; al sen giy de, oku baka__ mektubu__, demiş. 

Acımak (Kitap Özeti)
Zehra kasaba__ en tanı__ kişisidir. Çok iyi bir öğretmen olup sevi__ biri__dir. Fakat geçmişte yaşadıkların__ dolayı acıma duygu__dan yoksun__. Bir gün Maarif Bey gel__ bir mektup verir. İstanbul’__ çağrıldığını ve babası__ çok hasta olduğunu söyler. Ama o bunu kabul et__. Çünkü küçük__ annesinin, abla__nın ve kendisi__ başına gelen bütün olaylar hep onun yüzün__dir. Belli bir süre sonra baskı__ daya__maz. İstanbul’__ gitmek üze__ trene biner. Trende hep babası__ annesi__,ablasına bağırma__nı, sarhoş sarhoş eve gelmesi__ düşündükçe ona nefre__ artar. Üstelik komşuları olan Necip Bey ve ablası__ o kadar iyiliği__ karşın onlarla da kavga et__tir. İstanbul’a gelip__ verilen adrese gittiğin__ yaşlı bir adam ve kadın onu bekler. Onlara babası__ öldüğü__ söyler__. On__ kalan birkaç eşya ve sandık ve__ler. Akşam uyku__ gelme__ce kutu__ açar. Birkaç eşya ve bir günlük bu__. Günlü__ okumaya baş__. Günlük babası__ ilk memur olduğu yıl__ başlar. Birkaç yer__ sonra tayini Diyarbakır’__  çıkar. Burada annesiy__ tanı__. Herkes o__ kötü bir_ olduğu_ söylemesine rağmen onla evlenir ve kaynanasıyla İstanbul’_ gelir. Burada karısının ve kaynanası__ kötülükleri__ yavaş yavaş öğrenir. Kavga etmeye başlarlar. Üstelik  dolapla__ karıştırınca aşk mektupla__ bulur. Bu mektuplar komşusu Necip Bey’__ gelmiştir. Bu olaya çok üzülür ve eve gelme__ye başlar. Necip Beyle kavga eder; iş__ atılır. Sadece iki kız_ için yaşamak__dır artık. Fakat annesi onu kızları__ karşı kötülemektedir. Abla__ annesinin tutarsızlığın__ dolayı ölür. Diğer kızı__ da aynı duruma düşmemesi için evden kaçırır. Bir yur__ yerleştirir. Belli bir süre sonrada karı__ ve kaynanası ölür. Günlük bura__ biter. Bu olaydan sonra  Zehra çok piş__ olur. Artık bütün gerçekle__ öğrenmiştir. Ayrıca  acımayı da  öğrenmiş__.

                                                         Reşat Nuri GÜNTEKİN

Hacivat ile Karagöz’ün Hayatı Hakkında Kısa Bilgi

Karagöz ile Hacivat’__ gerçekte yaşa__ yaşamadıkla__ belli değil. Aslında Karagöz ile Ha_____ bir efsane__. Ne vakit nasıl ortaya çıktıkla__ hakkında kesin bilgi__ ve belgeler yok___. Ancak efsane__ göre ;
Karagöz ve Hacivat Bursa’__ Ulucami’__ yapımı esnasında çalı___ iki işçi__. Karagöz demir usta___, Hacivat ise duvar ustası___. İnşa___ yavaş ilerlemesin___ sorumlu tutuldukla__ için idam edilmiş___dir.
Karagöz ve Hacivat taklide ve karşılıklı konuşma___ dayanan, iki boyutlu tasvirler___ bir perdede oynatılan gölge oyunu___. Karagöz oynatıcısı___ kurgusal, hayalbaz denir. Yardımcıları çırak, yardak, dayrezen, sandıkkar’dır. Oyunda konuşmala__ değişme__ baş hareketleriyle yapı___.
Bu iki karakte__ gerçekten yaşa___ yaşamadığı, yaşadıy____ nere__ nasıl yaşadığı kesin olarak bilin___mektedir. Anlatılanla___ rivayete daya___, zira gerçek__ yaşamış olsa__ bile büyük ihtimalle bahsedilen dönemde tarih kitapları__ girecek kadar önemli bulunmamışlar__. Halkbilimciler Karagöz’ün bazı oyunlar__ Çingene olduğunu kendi ağzıy__ itiraf etmesi, Bulgar gaydası çalma__ ve Evliya Çelebi’nin tanıklığı__ dayanarak Bizans imparatoru Konstantin’__ Çingene seyisi Sofyozlu Bali Çelebi olduğunu ileri sürmekte__.
Bir diğer rivayet ise Hacı İvaz Ağa ya __ halka mal olan adıy__ Hacivat ve Trakya’da bulunan Samakol köyün__ demirci ustası Karagöz, Orhan Gazi devrin__ Bursa’da yaşamış cami yapımın___ çalışan iki işçidir. Kendileri çalışmadıkla__ gibi diğer işçiler__ de çalışmasını engellemektedir___. Orhan Gazi’nin, “cami vaktinde bitmezse kelleni alırım” dediği cami mimarı, cami__ vaktinde bitmemesi__ Karagöz ve Hacivat’ı şikâyet eder. Bunun üzerine bu iki__ başları kesilerek idam edilir. Karagöz ve Hacivat’__ çok seven ve ölümleri__ çok üzülen Şeyh Küşteri, ölümleri__ ardından kuklalarını yaparak perde arkasından oynatma__ başlar. Bu sayede Hacivat ___ Karagöz tanınır.

Ümit Dünyası
Ümit hayat__ vardığınız değil varacağınızı sandığınız en uzak hedef__. Ona belki de, çoğu zaman varamazsı__. Ama ümit sizi durma__ o hedefe doğru çeker. Hep onun peşin__ gidersiniz. Yorulmazsı___, çünkü çekiciliği size haya__ sevdirir. Gözünüz__ silindiği, onu kaybettiğini__ sandığınız anlar, hayatını__ en karanlık anları__.
İnsan hayatı__ bir döneminde mevkii__ kaybedebilir. Mevkii kaybet__ de önemli bir şey değil___. İnsan eğer bir mevkie zorla, iltimasla, kayırma yoluyla oturma__ da hak ederek oturmuş__ hiç bir şey onu yükselmek__ alıkoyamaz.
Bu geçici dünyada misafir olarak kaldığı___ müddetçe kaybetmeme___ gereken, hep saklamamız, ruhumuzun bir köşesin__ kendisine ufacık da olsa her zaman bir yer ayırma__ gereken tek şey ümittir. Onu kaybettin mi para__ da, mevkiin de sağlığın da yerine gelmesi__ imkân yoktur. Hatta ümidi__ kaybeden insa__ artık hayatını koruması__ pek değerli bir manası kalmamış___.
Şair “ümmid iledir cihanda her şey “ derken yaşama__ manasını anlatmak istemiş__.
Peki, ama nedir bu ümit?
Bir at arabası için at ne ise, bir motor için benzin ne ise, insan için de ümit odur. Araba__ nasıl at çekiyor__ insanı da ümit götü__. Benzin nasıl moto__ enerji kaynağı ise insan için de ümit yaşam kaynağı___.
Filiz ümitle geçen zamanlar___ sonra fidan olur. Bu sefer bütün ümitler fida__ bağla__. Sonra fidan yavaş yavaş ağaç hali__ ge___. Günün birinde meyve verme ümidi onun şu yürüyen incecik dalların__ tomurcuklanarak meyvesi__ verir. Ümit artık hedefi__ ulaşmıştır.
İnsanlar da ümitler için__ dünyaya gelir___. Çocuklar analarla babala___ ümidi olarak onlardaki ümi___ verdiği kuvvetle büyürler; tıpkı ağaç yetiştiren bahçıvan gibi analar, babalarda en güzel meyvelerini çocukların___ toplamak ümidiy__ hayatını her türlü dert ve sıkıntıları__ seve seve katlanırlar.
İnsanlar yalnız yemek içmek__ değil biraz da ümitle yaşar__. ”Ümit fakirin ekmeği “ demiş şair. Karanlıklara doğru bakmak zaman zaman hoşumu__ gitse bile o karanlı__ arkasın__ bir aydınlık, yani bir ümit olduğunu bilmesek karanlık bütün çekiciliği__ kaybeder ve bizi yaşamak__ soğutuverir.
Ümit aydınlığın ta kendisi__ ve aydınlılar karanlıkları kovaladık__ hayat, ümitlerle dolu olarak, aralık__ olarak sürüp gider. Karanlıklar uzun sürdü__ zaman ise insanlar halsizleşir__, yaşam şevkleri azalır.
Ümit öyle bir tohum__ ki, onu bir gönüle atıp da biraz suladınız mı tıpkı arsız ot__ gibi çabucak yeşerive__; hele ümidi attığınız gönül, hayaller__ beslenen, bereketli bir tarla ise attığı__ küçücük ümidin orada pek kısa bir zamanda, yalnız yeşerdiği__ değil, dallanıp budaklandığı__ fark etmezsiniz. Sonuç olarak hayatta hiçbir şeyden ümidi kesme__ lazımdır ve onun için bu dünya ne şu dünyası__, ne bu dünyasıdır; sadece ve sadece “ÜMİT DÜNYASI” dır.


ŞEVKET RADO


Birlikte Ayrılık


Birbirlerine delicesi___ aşık olan prenses ve prens, dillere destan bir düğün___ evlenirler. Ancak daha ara___ bir ay geçmeden aşk__ yerini fırtına alır, karı koca sık ___ kavga etme___ başlarlar.
Kral araştırma yaptı___ ama bir türlü işin sırrı___ çözemez. Bu arada prenses ve prens bu sır____ düşmanlar tarafın____ fark edilmeme___ için resmi davetler____ mutlu karı koca rolü oynarlar. Baş başa kaldıkla____ zamansa birbirle___ne karşı nefretle konuşma____ ve davranma___ devam ederler.
Sonunda kral sara___ akıllı kadınları___ görevlendirerek o büyük aş___ nasıl yok olduğu___ öğrenmek ister.
Kadınlardan biri der____; "Bunun için araştırma yapma____ gerek yok Kra____."
"Neden ?"
"İkisi de aslın___ başkası___ aşık." Kral şaşkın gözler___ bakınırken, kadın açıklaması____ devam eder.
"On___ toy ve samimiydi____, birbirlerini delice sevdikleri___ sanıyorlar___. Oysa her biri sade___ kendisini sevi___, ötekisiniyse istiyor___. Bu yüzden birlik___ oldular ama asla bir olamadı____."

Ömer Lütfi Mete

Küfeyi Atma

Çin'in kırsal kesimin___ yaşam savaşı veren bir aile var___. Dede, baba, anne ve çocuk___ oluşan bu aile olduk___ sıkıntı çekiyor___.
         Bir gün baba, yılla___ verdiği yorgunluk___ bir köşede oturmak____ başka işe yarama___ dedeyi, pazar küfesi___ koyarak nehre doğru yo___ çıktı. Nehrin kenarın____ arkadaşlarıyla oyna____ çocuk, babasına ne yaptığı____ sordu. 
Baba "Büyük baba___ bize yük olmaktan başka yaptı____ bir şey yok. Onu bu küfe ile beraber nehre atma___ karar ver____" dedi.
 Çocuk heyecanlana___ atıldı. "Aman baba, küfe___ atma. Çünkü bir gün gelip sen de yaşlandığın____ o küfe bana lazım olacak"

Balonum

Küçük çocuk, baloncu___ büyülen___ gibi takip ederken, şaşkınlığını gizleyemiyor____. Onu hayrete düşü___ şey, "Bizim eve bile sığmaz" dediği o güzel____ balonların adamı nasıl hava____ kaldırmadığı idi.
Baloncu dinlen____ için durakladığın____ o da duruyor ve sonra yine takibe koyuluyor_____. Bir ara adamın kendisine baktığı___ fark ederek ona doğru yaklaş___ ve bütün cesareti___ toplaya____:
—Balon___ amca, dedi. Biliyor mu____ benim hiç balo____ olmadı.
Adam çocuğu söyle bir süzdükten sonra:
—Paran var mı? Diye sordu. Sen on__ söy___.
—Bayram___ vardı, diye atıl___ çocuk, önümüzde___ bayram yine olacak.
—Öyleyse bayram___ gel, dedi adam. Ace____ yok, ben bekle___. Çocuk sessiz___ geri döndü. O ana kadar balonlar___ ayırmadığı gözle___ dolu dolu olmuş, yürüme___ bile mecali kalma____tı. Bir kaç adım attık____ sonra elinde olma____ tekrar onlara baktığında, gördükleri___ inanamadı.
Balon____, her nasılsa adam___ elinden kurtul____ ve yol kenarındaki büyük bir akasya ağa____nın dallarına takılmıştı. Çocuk, olup bitenle___ büyük bir merakla takip eder____, baloncu ona doğru dö___rek:
—Küçük, diye seslen___. Balonları ağaç___ kurtarırsan biri___ sana veririm.
Yapılan teklif, yavruca____ aklını başından al____tı. Koşarak ağacın altı___ doğru yöneldi ve ayakkabıları___ aceleyle fırla___ tırmanma___ başladı. Hedefine adım-adım yaklaşır____ duyduğu heyecan, bacakları___ kanatan akasya dikenleri___ acısını hissettir___yordu. Sincap çevikli____le balonlara ulaştığın____ bir müddet onları seyret___ ve dallara dolan___ ipi çözerek baloncu___ sarkıttı.
Ancak balonlardan biri___ iyice sıkıştığından diğerlerin___ ayrılmış ve ağaç___ kalmıştı. Çocuk onu kurtarma___ kalkışsa, dikenler___ patlayacağını çok iyi bili____du. İster iste____ balonu yerinde bırak___ aşağıya indi ve adam dönerek:
—Birini bana verecekti___, dedi. Hangisi o?
Adam:
—Seninki ağaç___ kaldı evlat, dedi. İster____ çık al.
Çocuk bu sefer ayak___ bile duramadı. Kaldırım kenarı____ oturup baloncu_____ uzaklaşmasını bekledik_____ sonra, dallar arasın____ parlayan balona uzun uzun bakarak:
"Olsun", diye mırıldan____. "Olsun." Ağacın üzerin___ kalsa da, bir balon___ var ya artık.

 Kuyumcu

Vaktiyle bir bilge hoca, yıllar___ yanında yetiştirdiği öğrencisi___ seviyesini öğren___ ister.
 Onun eline çok parlak ve gizem___ görüntü___ sahip iri bir nesne verip: "Oğlum" der, "Bunu al, önü___ gelen esnafa göster, kaç para verdikleri___ sor, en sonra da kuyumcu___ göster. Hiç kimseye satma___ sadece fiyatları___ ve ne dedikleri___ öğren, gel bana bildir.
Öğrenci elinde___ ile çevresinde___ esnafı gezme___ başlar. İlk önce bir bakkal dükkanı___ girer ve "Şunu kaça alırsınız?" diye sorar. Bakkal parlak bir boncu___ benzettiği nesneyi elin__ alır; evirir çevirir; sonra: "Buna bir tek lira veri___. Bizim çocuk oyna___" der.
İkinci olarak bir manifaturacı___ gider. O da parlak bir taşa benzettiği nene___ ancak bir beş lira verme___ razı olur.
Üçüncü defa bir semerci___ gider: Semerci nesne___ şöyle bir bakar, "Bu der "benim semerle___ iyi süs olur. Bundan "kaş dediğimiz süsler___ bir on lira veri___."
En son ola___ bir kuyumcu___ gider. Kuyumcu öğrenci___ elindekini görünce yerin____ fırlar. "Bu kadar değer___ bir pırlanta___, mücevheri nere___ buldun?"  diye hayret___ bağırır ve hemen ilâve eder. "Buna kaç lira istiyor____?" Öğrenci sorar: Siz ne veriyorsu___?" "Ne istiyor____ veririm." Öğrenci, "Hayır vere____." diye taşı almak için uzanın___ kuyumcu yalvarmaya  başlar:
"Ne olur bunu ba__ satın. Dükkânı___, evimi, hatta arsaları___ vereyim." Öğrenci emanet olduğu___, satmaya yetki___ olmadığını, ancak fiyat öğrenmesi___  istediklerini anlatınca___ kadar bir hayli dil döker. Mücevheri alıp kuyumcu___ çıkan öğrenci___ kafası karma karışıktır.

Böylesi karışık düşünce___ içinde geriye dönme___ başlar. Bir tarafta elinde__ nesneye yüzünü buruştura____ 1 lira verip onu oyuncak olarak gören___, diğer tarafta da mücevher diye isimlendi___ buna sahip olmak için her şeyini verme___ hazır olan ve hatta yalva____ kişiler..
Bilge hocasının yanı___ dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık için___ başın___ geçen macerası___ anlatır.
Bilge sorar: "Bu karşılaştı___ durumları izah edebi___ misin?"
Öğrenci: "Çok şaşkınım efendim, ne diyeceği___ bilemiyorum, kafam karmakarışık" diye cevap ve___.
Bilge hoca çok kısa cevap verir: "Bir şeyin kıymeti___ ancak onun değeri___ bileni anlar ve onun değe___ bilenin yanın___ kıymetlidir."
Her insanın haya____da varlığını ve değeri___ bilen, hisse____, fark eden kuyumcu___ mutlaka vardır.
Mesele kuyumcu____ bulmaktadır...

İhtiyar adam ve atı

Köyün birin___ yaşlı ve çok fakir bir adam var___. Ama kral bile onu kıska____mış. Öyle dillere destan bir beyaz atı var____ ki kral at için ihtiya___ neredeyse hazinesi____ tamamını teklif etmiş ama adam satma____ yanaşma____. 'Bu at, bir at değil ben___ için. Bir dost. İnsan dostu___ satar mı?' dermiş hep.
Bir sabah kalkmış____ ki, at yok. Köylü ihtiya___ başına top___mış. 'Seni ihtiyar bunak! Bu at__ sana bırakmayacakla___, çalacakları belliy___. Krala satsay___, ömrünün sonu___ kadar beyler gibi yaşar____. Şimdi ne paran var, ne de at___' demişler.
İhtiyar 'Karar vermek için acele etmey___' demiş. 'Sadece 'At ka___' deyin. Çün___ gerçek bu. On___ ötesi sizin yorumu____ ve verdiği____ karar. Atımın kaybolma___, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans ____, bunu henüz bilmiyo___. Çün___ bu olay henüz bir başlan___. Arkasının nasıl geleceği____ kimse bilemez.' Köylüler ihtiya____ kahkahalar___ gülmüşler.
Aradan 15 gün geçme____, at bir gece ansı____ dönmüş... Meğer çalınma___, dağlara gitmiş ken___ kendine. Döner___ de, vadide___ bir düzine vahşi at__ peşine tak___ getirmiş. Bunu gör___ köylüler topla___ ihtiyardan özür dilemişler. 'Babalık' demiş____. 'Sen haklı çık____. Atının kaybolması bir talihsiz___ değil adeta bir devlet kuş__ oldu senin için. Şimdi bir at sür___ var.' 'Karar vermek için gene ace___ ediyorsunuz' demiş ihti___. 'Sadece atın geri döndüğü___ söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. On___ ötesinin ne getireceği__ henüz bilmiyo___. Bu daha başlan___... Birinci cümle___ birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkın____ nasıl fikir yürütebilirsi___?' Köylüler bu defa açık___ ihtiyarla dalga geçme___ler ama, içlerinden 'Bu herif sahi___ gerzek' diye geçirmişler.
Bir hafta geçme___, vahşi atları terbiye etme___ çalışan ihtiya___ tek oğlu attan düş___ ve ayağını kırmış. Evin geçimi___ temin eden oğul şimdi uzun zaman yatak___ kalacakmış. Köylüler gene gelmiş___ ihtiyara... 'Bir kez daha haklı çık___' demişler. 'Bu atlar yüzün___ tek oğlun bacağını uzun süre kullana___yacak. Oysa sana baka____ başkası da yok. Şimdi eskisin____ daha fakir, daha zaval__ olacaksın' demiş___. İhtiyar 'Siz erken karar verme hastalığı___ tutulmuşsunuz' diye cevap ver___. 'O kadar acele etme___. Oğlum bacağı___ kırdı. Gerçek bu. Ötesi siz___ verdiğiniz karar... Ama aca___ ne kadar doğru? Hayat böyle küçük parça____ halinde gelir ve on____ sonra neler olaca___ size asla bildiril____.'
Birkaç hafta son___, düşmanlar kat kat büy___ bir ordu ile sal___mış. Kral son bir ümit___ eli silah tutan büt___ gençleri aske__ çağırmış. Köye gelen görev___ler, ihtiyarın kırık bacak___ oğlu dışında bütün gençle__ askere almışlar. Köyü matem sar___. Çünkü sava___ kazanıl___sına imkan yokmuş, giden gençle___ ya öleceğini ya esir dü___ köle diye satılacağı___ herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiya___ gelmişler. 'Yine haklı oldu____ kanıtlandı' demişler. 'Oğlunun baca___ kırık, ama hiç değilse yanın___. Oysa bizimkiler belki asla kö___ dönemeye___ler. Oğlunun bacağı___ kırılması, talihsizlik değil, şans____ meğer.' 'Siz erken karar verme___ devam edin' demiş, ihtiyar. 'Oysa ne olacağını kimse___ bilemez. Bili____ bir tek gerçek var. Benim oğlum yanım___, sizinkiler asker___... Ama bunların hangisi___ talih, hangisinin şanssız___ olduğunu sade___ Allah biliyor.'
Lao Tzu, öykü___nü şu nasihatle tamam___mış: 'Acele karar verme___. O zaman siz___ de herkesten farkı___ kalmaz. Hayatın küçük bir parçası___ bakıp tama___ hakkında karar vermek___ kaçının. Karar ak___ durma___ halidir. Karar verdi___ mi, akıl düşün___yi, dolayısı ile gelişme___ durdurur. Buna rağmen akıl insa___ daima kara___ zorlar. Çünkü geliş___ halinde olmak tehlikeli___ ve insanı huzur___ yapar. Oysa gezi asla son___ ermez. Bir yol biter___ yenisi başlar. Bir kapı kapa____ken, başka___ açılır. Bir hedefe ulaşırsı___ ve daha yüksek bir hede____ hemen oracıkta olduğu___ görürsünüz.'

Görebilmek

Adam___ biri, ilk defa gitti___ küçük bir kasaba__ şaşkın şaşkın gezindik___ sonra yol kenarında dur___ bir arabanın yanı__ sokulmuş ve arka koltuk__ tek başına oturan çocu___:
—Buraların yabancısı____ demiş. Parkın hemen yanı başında___ fırını arıyorum, çok yakın olduğu___ söylediler.
Çocuk, araba___ penceresini iyice açtık___ sonra :
— Ben de bura___ ilk defa geliyo___ demiş. Ama sağ tara___ gitmeniz gereki___ herhalde.
Adam, çocuğun da yaban___ olması___ rağmen bunu nasıl anladığı__ sor___ ister istemez.
— Ihlamur çiçekleri____ kokusunu duymu___ musunuz? Diye gülümse___ çocuk. Kuş cıvıltıla___ da oradan geli___ zaten.
- İyi ama, demiş adam, bunla___ parktan değil de tek bir ağaç___ gelmedi___ ne malûm?
— Tek bir ağaç___ bu kadar yoğun koku gel____, diye atıl___ çocuk. Üstelik manolya___ da katılıyor onla___. Hem biraz derin nefes alırsa___, fırından yeni çık___ ekmeklerin kokusu___ duyacaksınız.
Adam, gözleri___ hafifçe kısarak denile___ yaptıktan sonra, teşekkür etmek için döndüğün___ fark etmiş çocu___ kör olduğunu.
Çocuk ise, konuşur___ bir anda sözleri___ yarıda kesmesinden anla____, adamın kendisi___ fark ettiğini. Işığa hasret gözleri____ ondan saklamaya çalışır____:
— Üç yıl önce bir kaza geçirmiş___, demiş, görm___ o kadar çok özle____ ki. Sizinkiler sağlam öyle değil mi?
Adam, çocu___ tarif ettiği yerde bulu____ fırına yönelirken:
— Artık emin deği____, demiş. Emin oldu____ tek şey, benden iyi gördü____dür.

Kral ve Dilenci

Bir kral sabah gezinti___ sırasın___ bir dilenci___ rastlar. "Dile ben___ ne dilersen" der.
Dilenci güler ve "Sanki dileği____ gerçekleştirebilecekmiş gibi soruyor___nuz." diye yanıtlar.
Kral alınır ve söyle____ koyulaşır.
— Pek tabii her dediği___ yerine getirebili____. Sen söyle hele, ne isti___sun?
— Söz verme____ önce iki kez düşü____ kralım.
Dilenci sıradan bir dilen___ değildir. Kra____ küçükken öğretme____ olmuştur. Ve ona su sö___ vermiştir: "Bundan sonra___ yaşantın___ tekrar karşına çıkıp se___ uyaracağım."
Kral ola___ unut____tur. Zaten geçmi____ hangimiz noktası__ virgülüne kadar anımsayabili____ ki? Birlikte yasla____ kişilerin bile anıla___ farklıdır. Bu neden____ kral bastırır:
Ne ister____ verebilirim. Ben güç___ bir Kralım. Yerine getiremeyece____ hiçbir dile____ olamaz.
Bunun üzeri___ dilenci, çanağı___ uzatır:
— Şu çanağı herhan___ bir şeyle doldurabi____ misiniz? Diye sorar. Kral kahka____ atar ve vezirine çana____ altınla doldurmasın___ emreder.
Çanak dolup taşmak___ ama anın___ boşalmaktadır. Paralar buhar olup uçmakta____ sanki. Kralın onuru kırı____. Bir dilenci çanağı___ dolduramadığı kulaktan kula___ yayılır. Giderek pırlanta____, elmaslar, yakut___ akıtılır çanağa. Ne var ki çana____ dibi yok____ sanki. Yer yutar ama bos kalır.
Kral yenik düşmüş___. Dilenciye yaka____:
— Tamam, sen kazan___. Dileğini yerine getireme____ ama ne olur bana çana____ neden yapılmış olduğu___ itiraf et.
 Çok basit, diye yanıt___ dilenci. İnsan dimağın___ yapılmıştır. Yani insanın arzu ve isteklerin____. Doymak bilmez olu___ bundandır. Bu gerçeği bir kez kavrar___ yaşantın değişir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder